Sevgili Lise Aşkım

| 26 Mart 2010

Onu lisenin bahçesinde yürürken kim görürse görsün mutlaka fark ederdi. Uzun boyu ve ince yapısı ile Bruce James Dean’i andırırdı. Saçını aynı onun gibi alnından geriye tarardı. Hararetle bir şey tartıştığı zamanlar kaşlannı çatardı. Kibar, düşünceli ve ince ruhluydu. Hiç kimseyi incitemezdi.

Bense ondan korkuyordum.

Pek de akıllı olduğunu söyleyemeyeceğim erkek arkadaşımdan, birçok kez ayrılıp barıştıktan sonra nihayet kesin olarak ayrılıyordum ki bir sabah okula giderken Bruce ile karşılaştım ve birlikte yürümeye başladık. Kitaplarımı taşımama yardımcı oldu ve beni birkaç kez güldürdü. Ondan hoşlandım. Gerçekten hoşlandım.

Ondan korkmamın nedeni çok akıllı olmasıydı. Ancak sonunda, ondan daha çok kendimden korktuğumu anladım.

Giderek birlikte daha çok yürümeye başladık. Dolabımın kapağının arkasından gizlice onu izler ve kalp çarpıntıları içerisinde beni bir gün öpüp öpmeyeceğini merak ederdim. Haftalar geçmesine rağmen beni hâlâ öpmemişti.

Sadece elimi tutuyor, sanlıyor ve kitaplarımın içine notlar koyuyordu. Bu notlarda 17 yaşında bir kızın anlaması çok zor olan bir kavrayışla sevgi ve tutkudan söz ediyordu.
Bana kitaplar, kartpostallar ve notlar gönderiyor ve benim evimde oturup saatlerce birlikte müzik dinliyorduk. Benden Stevie Wonder’ın ” Gözyaşlanma biraz neşe kattın” isimli şarkısını dinlememi istiyordu.

Bir gün işteyken ondan şöyle bir kart aldım: “Üzgün olduğum ve yalnız olduğum zaman seni özlüyorum ama seni en çok mutlu olduğum zaman özlüyorum.”

Bir gün de küçük kasabamızın ana caddesinde yürürken, otomobil kornaları ve dükkânların sıcak ve davetkâr ışıklan arasında “Bruce beni en çok mutlu iken özlüyor, ne tuhaf diye düşündüğümü hatırlıyorum.

Yanı başımda bu denli romantik, bu denli derin sözler eden, tartışan tarafların her ikisini de dinleyen, geç saatlere kadar şiir okuyan ve kararlarını dikkatle tartan bir arkadaş aslında 17 yaşında olmasına rağmen gerçek bir erkek kadar olgundu- olması tuhafıma gidiyordu. Onun içinde çok derin bir hüzün issediyor ama anlayamıyordum. Şimdi geriye dönüp baktığımda, bu hüznün lise çağına hiç uygun olmayan bir kişi olmaktan kaynaklandığını anlayabiliyorum.

İlişkimiz benim bir önceki erkek arkadaşımla olan ilişkimden çok farklı idi. Onunla bütün hayatımız sinemalar, patlamış mısır ve dedikodudan ibaretti” Sık sık küser ve başkaları ile çıkardık. Bütün okul bizim küsüp darılmalarımızla ilgilenir ve eğlenirdi. Pembe dizi gibiydik.

Bunları Bruce’a anlattığım zaman bana sarılır ve her şey yoluna girene kadar bekleyeceğini söylerdi. Sonra da bana bir şeyler okurdu. Bana Küçük Prens adlı kitabı veren de oydu. “İnsan doğruyu sadece aklının gözleri ile görür” sözcüklerinin altını çizmişti.

Ben de ona bildiğim tek yolla, tutku dolu aşk mektupları ve şiirler yazarak cevap verirdim. Böyle yoğun duygular daha önce hiç yaşamamıştım ama ona çok da belli etmek istemiyordum. Bu benim savunma mekanizmamdı. Benim ken-dişi kadar akıllı ya da.derin olmadığımı anlamasından korkuyordum.

Eskisi gibi sinemaya gitmek, patlamış mısır yemek ve dedikodu yapmak istiyordum. Bu çok daha kolaydı. Soğuk bir günde Bruce’a yolun ortasında durup eski erkek arkadaşıma dönmek istediğimi söylediğimi hatırlıyorum. Şımank bir kız sesi ile ona “Onun bana daha çok ihtiyacı var” demiştim, insan alıştığı şeylerden kolay vazgeçemiyor.

Bruce bana üzüntü ile bakmıştı. Kendinden çok benim için üzülüyordu. Taa o zaman o benim hata yaptığımı biliyordu.

Sonra yıllar geçti. Önce ben, sonra da Bruce üniversiteye başladık. Noel için eve geldiğim her zaman ona ve ailesine merhaba demeye gittim. Ailesi çok tatlı idi ve beni görmekten çok mutlu olduklarını belli ediyorlardı. Ailesinin davranışlarından Bruce’un beni affettiğini çıkanyordum.

Bir Noel tatilinde Bruce bana “Sen çok yetenekli bir yazardın” dedi. Annesi de onayladı. “Çok güzel yazıyordun, uma-nm yazı yazmayı sürdürürsün”.

“Ama siz nereden biliyorsunuz?” diye annesine sordum.

“Senin gönderdiğin bütün mektupları Bruce bana gösterirdi. Birlikte onlan hayran hayran okurduk” diye cevapladı.

Sonra babasının da başını salladığını gördüm. Oturduğum yerde utançtan kıpkırmızı olmuştum. Acaba o mektuplarda tam olarak neler yazmıştım?

Bruce’un yazdıklarımı bu kadar beğendiğini hiç bilmiyordum.

Sonra uzun bir süre görüşmedik. En son, babasından onun San Francisco’ya gittiğini ve aşçı olmayı düşündüğünü öğrendim. Bu arada birçok kötü ilişkiden sonra nihayet harika bir adamla evlenmiştim. Çok zeki bir adamdı ama artık daha olgun olduğum için bu sorun olmuyordu.

Daha önceki erkek arkadaşlarımdan sadece Bruce’u hatırlıyor ve özlüyorum. Mutlu olmasını çok isterim. O bunu çok hak ediyor. Birçok açıdan bugünkü kişiliğimi ona borçlu olduğumu düşünüyorum. Onun sayesinde hayatta sinemalar, patlamış mısır ve dedikodudan başka şeyler olduğunu da öğrenmiştim. Kendi özümü tanımamı ve yazı yeteneğimi fark-etmemi de o sağlamıştı.

Yazan:Diana L. Chapman

Kitabın Adı:T.S.Ç

Kitabın Yazarı:Jack Canfield / Mark Victor Hansen / Jennifer Read Hawtgorne / Marci Shimoff

Yayın Evi:HYB Yayıncılık

Category: Hayatın İçinden

About the Author ()

Comments are closed.