Zikir ve Şükür Vazifesi
Cenâb-ı Hak Bakara sûresinin 152. âyet-i kerîmesinde insanları iki vazife ile yani zikir ve şükür ile vazifelendirmiştir. Şöyle ki:
“Birincisi, beni zikrediniz, lâyıkıyla anınız; ben de sizi bana lâyık bir şekilde zikredeyim, imdad ve yardımıma devam edeyim.
İkincisi, nimetlerime karşı, kalb ile, lisan ile, beden ile veya hepsiyle birden bana şükrediniz. Benim emirlerime itaat ederek ve nimetlerimi yerine harcayarak onlardan istifade eyleyiniz. Bana, küfür ve nimetlerime karşı inkâr ve isyan ile nankörlük etmeyiniz.”
Burada zikir marifet ile, şükür de nimet ile mütenasib olacaktır.
Hakikat-i ilâhiyeyi hakkı ile marifet (bilmek) onu kendisi gibi bilmek demek olacağından, bu âlemde kullar için mümkün değildir. Kullara “Mâ arafnâke hakka ma’rifetike” (Allahım, seni gerçek mahiyetinle bilip tanıyamadjk) demek düşer.
Allâh’ın nimetleri de sonsuzdur. Meselâ bir nefeste alınan ve verilen iki nimet mevcuttur. Demek ki sadece her nefeste iki şükür vaciptir. Bu halde hakkı ile şükür etmek mümkün değildir. Kullara “Mâ abednâke hakka ibâdetike” (Allahım, sana layık olduğu şekilde kulluk yapamadık) demek düşer.
Demek ki bu ilâhî hitab (Bakara sûresinin 152. âyet-i kerîmesi) karşısında ilk hissedilen şey âcizlik ve Allâh’ın kudretine teslim olmaktır. Hakikaten îman ve İslâm’ın başı bu idraktir. Allâh’ın emirlerini en güzel bir sûrette ve a’zamî bir derecede yapabilmek için yalnız Allah’tan yardım dileyerek gayret sarf etmelidir. İşte bu şükürdür.
Şu halde her mü’min Allâhü Teâlâ’nın “üzkürûnî” (Beni zikrediniz!) emri karşısında aczini hissederek evvelâ “iyyâ- ke na’büdü ve iyyâke nesteîn” (Ancak sana kulluk eder ve ancak senden yardım dileriz.) (Fâtiha sûresi, âyet 4) mîsâ- kını yad edecek ve buna şükretmek için Allah’tan yardım dileyecektir. (Elmalılı, Hak Dîni Kur’ân Dili Tefsiri, Fazilet Neşriyat)
Category: Dini